Gitmek

Üzgünüm, ellerimi çekiyorum üzerinden artık. Sıkıldım. Tüm kafiyelerimi gelişigüzel sıkıştırıyorum bavuluma, üzerime de hıncından korunaklı bir kıyafet geçiriyorum. İçinin anahtarlarını alıp kilitliyorum kapıları. Soran olursa söyle onlara halının altına koydum, yeni gelenler kolay bulsun diye. Birazcık kıpırdatmaları yetecektir, hemen görürler. Biraz zorlasınlar, biraz yüklensinler kapına. Zor oluyor seni açmak. Sonra girip otursunlar baş köşene. Keyiflerini sürsünler.

İçinden sürükleye sürükleye çıkardığım bavulum kapıyı aşınca bi tüy gibi hafif geliyor artık ellerime. Hafiflemiş herşey. İniyorum hızla merdivenleri. Dönemeçli, korkulukları eski, güvenilmez, karanlık, tozlu basamakların. Tereddüt etmeden terk ediyorum seni.

İlk katta ilgini kaybediyorum. Cebimdeydi oysaki. Demekki ufak bir aralıktan düşüverecek kadar küçükmüş. Bulana ne mutlu öyleyse... Sonra birden parlıyor köşede birşeyler. Gözümü alıyor. Durup baktığımda ilgin orada sıkışmış gelmemi bekliyor. O kadar yorgunum ki koşturmalı günlerden yaklaşıp ilgini çekemiyorum bile. Orada öylece kalıyor. Ben devam ediyorum...

Bavulum biraz daha hafifledi sanıyorum. İçinden birşeyler görünmez olup çıkıveriyor sanki. Toza bulanıp kayboluyorlar. Kulağıma küpe olmuş sesini söküveriyorum usulca. Köşeye bırakıyorum, ezilmesin, kırılmasın diye. Son bir kez dinleyesim bile yok seni. Saçlarım örtüyor küpelerin boşluklarını. İniyorum yine...

Aylardır alıştığım yükseklikten yerin dibine doğru hızla inmenin yarattığı basınç, canımı acıtıyor ister istemez. Ama durup olduğum yere alışacak zamanım yok. Nefes almaya çalışıyorum. Ağzımda birşey var sanki. Sanki tam dilimin üzerine durmuş, aldığım nefesten hesap soruyor. Çıkarıyorum sonra dilimin üstündekileri. Sana söyleyemediğim tüm o şeyler, kocaman olmuş nefesimi kesiyorlar. Kapının önüne bırakılmış bir çöp kovası görüyorum sonra. Çöpü boyluyor dilimdekiler. İçimdeki rutubet temiz havayla karışınca azalıyor canımın acısı. Hızlanıyorum...

Sayamadığım kadar basamak, bir daha çıkamayacağım kadar kat geçiyorum. Türlü kokular, yaşanmışlıklarla dolu katlar... Yoruluyorum tüm bu hengameden, bu koşturmadan. Ama sen gelmeden, yüzünü görmeden gitmek istiyorum. Çıkmak istiyorum bu sonsuz katlı apartmandan. Biraz daha azaltmalıyım bavulumu. Biraz daha hafiflemeli herşey. O çok bilmiş tavrını, düşüncesizliğini, kibirini saçıyorum yerlere. Çocuk tarafını da koyuyorum bir köşeye, geçerken beğenen alsın diye. Kafamın içinde dönüp duran şarkılarını da parçalara bölüp ekliyorum tüm bu anı yığının üzerine. Birazcık daha hızlanmış adımlarımla sürükleniyorum dibe...

Tüm bu gürültüye kapılarını açan izleyicilere de bütün hırçınlığımı sunuyorum en kibar dilimle. Onların yeri olmadı hiç bizim içimizde. Şimdi de sokmuyorum 3. karakterleri hikayemize. Biran geri dönebilmeyi diliyorum içimden. Ama öyle yoruldum ki... Gitmek daha güçlü geliyor içimin sen tarafına ve daha büyük adımlarla geçiyor kalan yolu. Sonunda kapıya varabildiğimde tökezliyorum, düşüveriyorsun tamamen gözümden. Şaşırıyorum buna. Başımın üstünde yerin vardı oysaki.

Bir taksi durduruyorum. Sen ve ulaşılmaz katların ardımda, toza karışmış oluyorsunuz. Senin içimi kurutan havandan kurtulmamın şerefine, deniz kenarına sürmesini söylüyorum Adam'a. Bavulumun dibinde kalan kafiyeleri de camdan rüzgara emanet ediyorum. Savrulup gidiyor harflerim... Gömülüyorum koltuğa. Eski bir şarkı çalıyor arabanın içinde.



"-Ben dudaklarını, sense gülleri severdin..."



Tenimde sonsuz huzur, gülümsüyorum.









yazarken: Zuhal Olcay-Güller ve Dudaklar

Yorumlar

Popüler Yayınlar